Erzurum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Tarihçe

ERZURUM TARİHİ

Bölgedeki Eski Yerleşim Yerleri

Bugünkü Erzurum şehri, içinden Karasu (Fırat) Nehri'nin geçtiği ovanın güneydoğusunda, Palandöken Dağları'nın kuzey eteklerinde kurulmuştur. Bu ova ve çevresinde yapılan bilimsel araştırmalar, mevcut şehrin dışında, bölgede çeşitli yerleşim alanlarının mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden bazıları bu bölgede kurulmuştur. Çünkü burası, bölgelerarası geçişi sağlayan ulaşım imkânları, yaşam için gerekli olan su kaynakları ve tahıl üretimine müsait ovaları sayesinde, eskiden beri insanların yerleştiği bir kültür çevresi olmuştur.

Şehir civarındaki yerleşim merkezlerinin tarihini MÖ. 4000’lere kadar götürmek mümkündür. Pulur, Tufanç, Sos ve Cinis gibi höyüklerden elde edilen zengin arkeolojik buluntular, bölgenin geçim şartları, yerleşim biçimleri, ekonomisi ve çevresiyle olan ilişkileri hakkında bize önemli ipuçları vermektedir. Anlaşıldığı kadarıyla bölgeye öncelikle Hattiler, Hititler, Hurriler ve Urartular; daha sonra ise Kimmerler, Saka (İskit) Türkleri, Medler, Persler, Makedonyalı İskender, Selevkoslar, Partlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Gürcüler, Saltuklular, Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar hâkim olmuştur.

Bölgedeki eski yerleşim merkezlerinden biri, Erzurum Ovası'nın kuzeybatı tarafında ve bugünkü Erzurum şehrinin 15 km. kadar uzağındaki “Karaz”dır. Bu bölgede günümüzde var olan köyün adı “Kahramanlar” olup Aziziye İlçesi’ne (eski Ilıca) bağlıdır. Demir ve İlk Tunç Çağı boyunca neredeyse tüm Doğu Anadolu’ya yayılan kültüre “Karaz Kültürü” denilmiştir.  Bu yerleşim merkezi, Ortaçağ’da, bölgenin en önemli ticaret merkezlerinden biri olarak öne çıkmış ve çeşitli milletlerden tüccarlar burada ticaret yapmışlardır.

Selçuklular tarafından 11. yy. ortalarında tahrip edilen "Ardze" şehrinin de burada bulunması muhtemeldir. 11. yy. kaynakları burayı, kalesi olmayan, zengin ve kalabalık nüfusa sahip bir yerleşim yeri olarak göstermektedirler. Önceden "Ardze" olan isim, buranın Türklerin eline geçmesiyle "Arz" diye devam etmiş, Saltuklulardan itibaren “Arz” ismine "Kara" ilave edilerek, "Kara Arz" söylenişi ortaya çıkmıştır. Zamanla bu iki kelime birleştirilerek "Karaz" ismi meydana gelmiştir. 11. yy.daki Selçuklu akınından sonra Ardze halkı, Theodosiopolis'e, yani şimdiki Erzurum'a göç etmişlerdir.

Yukarıda zikredilenlerin dışında, bugünkü Erzurum şehrinden daha önce “şehir” olarak karşımıza çıkan üç önemli yerleşim yeri tespit etmiş bulunmaktayız. Bunların halk arasındaki ortak adı “Viranşehir” olup, birine ayrıca “Eskişehir” de denilmektedir. Bunlardan biri, Erzurum Ovası’nın doğu ucundaki Köse Mehmet Köyü yakınında, ikincisi (Eskişehir olarak da adlandırılanı) Aziziye Tabyası’nın doğusundaki Vank Deresi’nin ilerisinde, üçüncüsü ise Palandöken kayak merkezinin üst kısmındadır. Her üç yerleşim yeri hakkındaki tespitlerimiz şimdilik oldukça sınırlıdır. Bu hususta ilgili kurumların ve akademisyenlerin yapacakları çalışmalar, bize daha ayrıntılı ve net bilgiler verecektir.

 

Bugünkü Erzurum ve Şehre Verilen İsimler

Şimdiki Erzurum'un bulunduğu yer, Ortaçağ’da ovanın en önemli müstahkem şehri olarak ortaya çıkmıştır. Bugünkü Erzurum kalesinin ve şehrinin kurulmasından önce, aynı yerde küçük bir yerleşim yeri bulunduğu, ancak aynı yerde, Roma İmparatoru Theodosius’un ismini taşıyan kalenin yapılmasından sonra buranın şehir görkemine kavuştuğu anlaşılmaktadır. Buradaki eski yerleşim yerine "Karin, Karna, Garin, Karnoi Kalhak (Karin mıntıkasının beldesi), Karintis” gibi isimler verilmiştir. Konyalı’ya göre Araplar "Karnoi Kalhak" ismini kendi dillerine uydurarak “Kâlîkalâ” (ﻗﺎﻠﻳﻗﻼ) demişlerdir. Bazı tarihçiler ise Erzurum Kalesi’nin yerinde daha önce “Kale Arxe” isimli bir köy olduğunu belirtirler.

Aynı yere Türkler, “Karun-ili” demişlerdir. Kitab-ı Dede Korkut'ta, Türklerin Karun-ili ile Erzurum'u kastettikleri belirtilmektedir. Bununla birlikte, kalenin inşasından önceki dönemde, aynı bölgedeki yerleşim yerine verilen isim konusundaki tartışmalar devam etmektedir.

Sonuç olarak, bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerde, Roma İmparatorluğu tarafından muhteşem bir kale inşa edilmiştir. Bu kale, bölgenin 387 yılında Romalılar ile Sasaniler arasında paylaşılmasından sonra inşa edilmiştir. Theodosiopolis ismini alan bu kalenin 415-422 yılları arasında inşa edildiği genel kabul görse de, bu husustaki tartışmalar hala devam etmektedir. Nitekim bazı yazarlar kalenin 420’lerde ve 430’larda inşa edilmiş olabileceğini belirtir. Bize göre en makul görüş Erzurum Kalesi’nin 421’de inşa edilmiş olduğudur. Başlangıçta askeri bir merkez olan Theodosiopolis, zamanda sivillerin de yaşadığı önemli bir şehir ve ticaret merkezi olmuştur.

Arap hakimiyeti döneminde, Bizanslıların kullandıkları "Theodosiopolis" isminin yerini "Kâlikâlâ" almıştır. Bugünkü “Erzurum” adına gelince, yukarıda da ifade edildiği gibi, Erzen’in (Karaz) Selçuklular tarafından 1048 yılında tahrip edilmesiyle, buradan kaçan halkın Theodosiopolis'e sığınmalarından sonra, bu şehre "Erzen" denilmeye başlanmıştır. Türk hâkimiyetinin ilk zamanlarında, Meyyafarikin ile Siirt arasındaki Erzen'den ayırmak amacıyla, bu ismin sonuna Anadolu'ya ait olduğunu belirten "Rum" kelimesi ilave edilmiş ve "Erzenü'r-Rum" ismi ortaya çıkmıştır. Bu isim “Arzanu'r-Rum” ve “Arzırum” gibi değişikliklerden sonra “Erzurum” şeklini almıştır.

Erzurum, Doğu Roma İmparatorluğu tarafından, bölgenin ticaret merkezi haline getirildi. 502’de Sasanilerin eline geçen şehir, 504'de Bizanslılar tarafından geri alındı. Bizans İmparatoru I. Anastasius (491-518), bir süre önce kurulmuş olan şehri tahkim ettirdi. Anastasius, Theodosius’un kalesinin bulunduğu tepeyi çepeçevre bir sur içine alarak, şehirde bazı değişiklikler yaptı ve şehre kendi ismini verdi. Fakat şehir halkı, eski isme (Theodosiopolis) alıştığı için şehrin yeni ismi olan “Anastasiopolis”e pek rağbet etmedi ve “Theodosiopolis” ismini kullanmaya devam etti.

Şehir, Doğu Roma dönemindeki en parlak devrine Justinianus (527-565) zamanında ulaştı ve bu dönemde önemli imar faaliyetleri görüldü. Şehrin etrafına derin bir çukur kazdırılarak kalesi iyice kuvvetlendirildi. Bu dönemde Bizans’ta ipek imalatı ve dokumacılığının gelişmesi, İpekyolu’ndaki ticareti önemli hale getirmiş ve bu durum Erzurum’un gelişmesine katkı yapmıştı. Fakat sonraki yıllarda devam eden Bizans-Sasani mücadeleleri sırasında şehir tahribata maruz kaldı.

 

Şehrin Müslümanların Eline Geçişi

Erzurum Kalesi, kuruluşundan Sâsânilerin Araplara yenildiği 642 tarihli Nihavent Savaşı’na kadar Romalılarla İranlılar arasında, bu savaştan sonra ise Romalılarla Müslüman Araplar arasında bir sınır kalesi oldu. Kale, belirtilen savaştan sonra Araplar tarafından tehdit edilmeye başlandı. Muaviye tarafından Suriye valisi olarak atanan Habib bin Mesleme, 642/43’te bölgeye gelerek Theodosiopolis’e kadarki bölgeyi yağmaladı. Nihayet bu sağlam kale, aynı kişi tarafından 653 yılında fethedildi.

Şehir 949 yılına kadar Araplar ile Bizans arasında sık sık el değiştirse de, daha çok Araplar tarafından yönetildi. Erzurum bir gaza üssü haline getirildi. Bilhassa Türkistan’dan gönüllü İslam mücahitleri şehre yerleştirildi. Özellikle Abbasiler döneminde (750-1258) şehirde çeşitli vakıflar kuruldu ve ticarî hayat fevkalade gelişti. Burası, Bizans memleketlerine bir “giriş kapısı” olduğundan, Müslüman tacirler buradan hareket edip İslam ve Hristiyan ülkelerine ait malları mübadele ediyorlardı. Erzurum’dan hareket eden tacirler, Trabzon’a gider; orada Hazar, Bulgar ve Peçeneklerden gelen kürkleri, deri eşyayı, Rum ketenlerini alır ve Müslümanların mamüllerini satarlardı. Aynı şekilde doğu vilayetlerinde üretilen dibâ ve bozyün gibi ipekliler, Erzurum üzerinden Bizans’a ve aynı zamanda İslam coğrafyasına ihraç ediliyordu.

Bu dönemde Erzurum’un nüfus yapısı da kısmen değişmiştir. Bilhassa Türkistan’dan gelen İslam mücahitleri buraya yerleşmiş, zengin İslamî vakıflar kurulmuş ve şehir bir hayli kalkınmıştır. Arapların yanı sıra, Rumlar, Gürcüler, Ermeniler ve Yahudiler de şehirde yaşamaktaydı.  Hıristiyan olanlar, cizye ve haraç gibi vergiler dışında herhangi bir mükellefiyete maruz kalmamışlardı.

Erzurum, 994’ten 1000 yılına kadar süren kısa bir Gürcü hâkimiyetinden sonra, tekrar Bizans İmparatorluğu'nun idari birimlerinden birinin merkezi olmuş ve doğudan gelecek akınlara karşı yeniden tamir ve tahkim edilmiştir. Bu ikinci Bizans döneminde Erzurum, Trabzon’dan gelen ticaret yolu üzerindeki önemli bir şehir olma özelliğini sürdürdü ve ticarî yönden gelişti.

 

Selçuklular Döneminde Erzurum

11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbasî halifelerinin fiilen Selçuklu hâkimiyetine girmesi sonucu, Araplar bu bölgeden çekilmiş ve Selçuklu-Bizans mücadelesi başlamıştı.

1048’de İbrahim Yınal ve Kutalmış komutasındaki Selçuklu orduları Erzurum’un 15 km. kuzey batısındaki Erzen (Ardze) önüne gelerek şehri kuşatmışlardı. Şehir halkı, önce şehrin dışında mukavemet etmeye çalışmışlar, fakat dayanamayacaklarını anlayınca, şehre çekilerek direnişlerine devam etmişlerdi. Şehir bu şekilde altı gün dayanabilmişti.  Muhasaranın uzadığını gören İbrahim Yınal, şehri ateşe verdi. Erzen bu istiladan sonra, bir daha eski halini alamadı. Şehrin sağ kalan halkı Theodosiopolis’e, yani bugünkü Erzurum Kalesi’ne sığındı.

Türklerin Erzurum'da temelli olarak yerleşmesi, Malazgirt Zaferi sonrasında gerçekleşmiştir. Doğu Roma İmparatoru Romanos Diogenes, Malazgirt’teki kader savaşına giderken, ordularını Erzurum’da toplamıştı. Grekler, Ruslar, Alanlar, Gürcüler, Ermeniler, Franklar, Normanlar, hatta Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlardan gelmiş olan Hazar, Kıpçak ve Uz/Oğuz Türkleri Erzurum Kalesi’nde bir araya gelmişti.  Farklı kaynakların belirttiğine göre kaledeki askerlerin sayısı 200.000 ila 400.000 arasındaydı. Böylece Doğu Romalılar, hazırlıklarını Erzurum’da tamamlamıştı. Fakat bu hazırlıklar beklenen sonucu vermedi. Malazgirt’teki meydan muharebesi Türklerin zaferi ile sonuçlandı.

Romanos Diogenes’i Malazgirt’te mağlup eden Sultan Alparslan, esir bir imparatoru elde tutmanın bir işe yaramayacağını düşünerek, onun bir an önce İstanbul’a varıp tahtını sağlama alması için, onunla bir anlaşma imzalamış ve yanına bir miktar asker verip İstanbul’a göndermişti. Bu anlaşmaya göre Erzurum-Malatya-Tarsus hattı Selçuklulara bırakılacaktı. Malazgirt hezimetinden sonra Erzurum’a gelerek para ve asker toplamaya başlayan Diogenes, İstanbul yolundayken, üvey oğlu Mihail Dukas’ın tahtı ele geçirdiğini öğrendi. Sultan’la yapmış olduğu anlaşma, artık geçersizdi. Bunun üzerine Sultan Alparslan, emrindeki Türkmen beylerine “Bundan böyle aslan yavruları olunuz; yeryüzünden gece gündüz kartal gibi uçunuz…” diyerek, Anadolu’nun fethine başlamalarını emretti.

Erzurum, işte bu emir doğrultusunda, Saltuk Bey tarafından fethedildi. 1071 sonrasında kurulan Saltuklu Beyliği’nin yöneticileri arasında, İçkaledeki Tepsi Minare ve mescidi inşa ettiren Ziyaeddin Gazi, Ulucami’yi yaptıran Nasıreddin Muhammed ve Tercan’daki meşhur kervansarayı yaptıran Mamahatun gibi önemli şahsiyetler vardır.

12. yüzyılın sonlarında gücünü kaybeden Saltuklu Beyliği’ne Anadolu Selçuklu Sultanı II. Rükneddin Süleymanşah tarafından 1202’de son verilmiştir.

Selçuklular, Saltuklulardan sonra Erzurum'da hüküm süren ikinci Türk hânedanı olmuşlar ve 1230’a kadar hüküm sürmüşlerdir. Erzurum Selçuklularının kurucusu Mugiseddin Tuğrulşah’tır. Tuğrulşah Selçuklu yöneticileri içinde hatırı sayılır bir mevkie sahipti. Hükmettiği Erzurum emaretini Ahlat’tan Amasya’ya kadar genişletmeyi başarmıştı. Eyyübiler ve Gürcülerle sonu gelmez savaşlara tutuşmuş, hatta bir ara Gürcistan’a bile hükmetmişti. Kuzeyinde ise Trabzon’daki Rum Komnenos Krallığı gibi önemli bir devlet bulunuyordu.

Tuğrulşah’ın 1225’te ölümü üzerine, yerine oğlu Rükneddin Cihanşah geçti. Cihanşah’ın hükümdarlık yılları, doğudan batıya doğru hızla yayılan Moğol tehlikesinin Erzurum ve çevresinde etkisini göstermeye başladığı yıllardı. Bu Moğol etkisi, önce Harzemşahları sonra Selçukluları ortadan kaldıracak olan büyük bir tehlikenin ilk işaretleriydi. İşin ilginç taraflarından biri, Moğollar doğudan Harzemşah topraklarına saldırırken, Harzemşahlar batıda Selçukluları tehdit etmekteydi.

İşte böyle bir ortamda iktidara gelmiş olan Rüknettin Cihanşah, Anadolu Selçuklularından ayrılıp bağımsız bir devlet olmak için, Alaattin Keykubat’a karşı Celalettin Harzemşah ile işbirliği yaptı. Bu işbirliği 1230’daki Yassıçemen Savaşı’nda Alaattin Keykubat ile Rüknettin Cihanşah’ı karşı karşıya getirdi. Erzincan yakınlarındaki bu savaşta, Alaattin Keykubat’ın yanında Eyyübi meliklerinden Melik Eşref; Celalettin Harzemşah’ın yanında ise Erzurum Selçuklularının meliki Rüknettin Cihanşah vardı.

Yassıçemen Savaşı’nı kazanan Alaattin Keykubat, ordusuyla birlikte Erzurum’a yürüdü ve amcasının oğlu olan Rüknettin Cihanşah’ın iktidarına son verdi. Keykubat’ın Erzurum’u almasıyla birlikte, şehirde hüküm süren ikinci Türk hânedanı da ortadan kalkmış; Erzurum doğrudan merkeze bağlanmıştı.

Türkiye Selçuklularının en büyük hükümdarı olan ve bu devlete “azamet devri”ni yaşatan Alaattin Keykubat’ın Erzurum’u ele geçirmesinin temel nedeni, yaklaşmakta olan Moğol tehlikesini bertaraf edebilmekti. Çünkü bu tehlikeli saldırganlar karşısında, ancak kendi akrabaları tarafından yönetilen küçük beylikleri ortadan kaldırmak ve gücü tek elde toplamak suretiyle başarılı olabilirdi. Bu siyasetin tatbikinin ilk şartı Erzurum’u ele geçirmekti. Zira bir taraftan Gürcüler, diğer taraftan Trabzon Rum Krallığı ile sınır olan Erzurum, Moğolların Anadolu’ya girmek için kullanabilecekleri ön önemli kapıydı.

Erzurum’da, Türkiye Selçuklularının hâkimiyeti 1230’da başladı. Alaattin Keykubad, Mübarizeddin Çavlı isimli komutanını Erzurum’a subaşı olarak tayin etti. Bu sırada Harzemşah Devleti’nin ortadan kalkması sonucunda uç bölge durumuna gelen Erzurum, Moğol istilasına açık hale gelmiş ve Moğolların önünden batıya doğru kaçan Türkmenlerin akınına uğramıştı. Oğuzların Kayı boyundan bir grup da 1232-33 tarihlerinde Ertuğrul Gazi liderliğinde Erzurum yöresine gelmişti.

Erzincan ve Erzurum’dan sonra Ahlat’a inen ve bu önemli Türk şehrini Eyyübilerden alan Alaattin Keykubat, böylece Ahlat-Erzurum-Erzincan hattını kuvvetli bir savunma hattı haline getirdi. Nitekim Alaattin Keykubat’ın 1237’deki ölümüne kadar bu bölgeye herhangi bir Moğol saldırısı gerçekleşmedi.

Bu tarihten bir müddet sonra, 1240’ta Anadolu'da çıkan Babaî isyanından faydalanan Moğol komutanı Baycu Noyan, 1242’de Erzurum'u kuşattı. Şehir, içeriden bir ihânet sonucu Moğolların eline geçince, tarihinde ilk defa olarak büyük bir tahribata ve yağmaya maruz kaldı. Türkiye Selçuklu Devleti’nin 1243’teki Kösedağ yenilgisinden sonra Batı Moğollarının hâkimiyetini tanımasıyla Erzurum, bir Selçuklu vilayeti olarak varlığını devam ettirdi. Bu devletin 1256’da kurulan Moğol İlhanlı Devleti’ne tabi olmasıyla birlikte, bu kez İlhanlılara bağlı bir Selçuklu vilayeti oldu. Bununla birlikte Türkiye Selçuklu Devleti 1308’de kesin olarak yıkılınca, doğrudan İlhanlı valileri tarafından idare edilmeye başlandı.

 

Osmanlılar Dönemi

İlhanlı Devleti’nin 1336’da yıkılışından Osmanlı’nın fethine kadar geçen yaklaşık 200 yıl boyunca siyasî istikrardan uzak kalan Erzurum, birçok savaşa ve tahribata sahne oldu. İlhanlılar sonrasında çeşitli beylerin ve ardından Akkoyunlular ile Karakoyunluların mücadele sahası haline gelen, Timur ve İskender Bey tarafından tahrip edilen ve nihayet bölgeye hâkim olan Şah İsmail’in Şiilik zorlaması yüzünden halkı başka yerlere göç eden Erzurum, adeta bir “baykuş yuvası” haline gelmişti. Öyle ki, 1518’deki Osmanlı hakimiyetini takip eden ilk yıllarda şehirde tek bir mükellef nüfus yoktu.

Erzurum Kalesi, Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonraki 20 yıl zarfında harap halini muhafaza etti. Şehrin imarına Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’teki İran Seferi sonrasında başlandı.

Osmanlı idaresi altında Erzurum büyük önem kazandı. Şehrin üzerinde bulunduğu askerî ve ticari yollar Osmanlılar için çok değerliydi. Çok geniş bir bölgeyi içine alan Erzurum Eyaleti’nin başında bulunan paşalar, devletin en önemli yöneticileri arasında yer alırlardı. Stratejik konumundan dolayı Erzurum, Gürcistan ve İran’la yapılan savaşlarda her zaman önemli bir askeri üs oldu.

Tanzimat dönemi idari düzenlemelerinin uygulandığı ilk yerlerden birisi Erzurum’du. Örneğin 1864 Vilayet Nizamnamesi'ne göre Anadolu'da kurulan ilk vilayet Erzurum'dur. Aynı yüzyılda ortaya çıkan Rus tehdidi karşısında Erzurum’un askerî yönü yeniden ön plana çıktı. Şehir ve civarı tam bir müstahkem mevki haline getirildi.

Erzurum ilk kez, 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusların eline düştü. Rusların bu ilk işgali uzun sürmedi; 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’na göre Erzurum Kalesi tekrar Osmanlılara bırakıldı. Bu ilk Rus işgali, şehrin fiziki durumuna ve sosyo-ekonomik yapısına büyük darbe vurdu. Öyle ki 1800’lü yılların başında 100.000’den fazla olan şehrin nüfusu, savaştan sonraki yıllarda 30.000’e kadar gerilemişti. Bununla birlikte, bu savaşın hemen ertesinde uluslararası ticarette yaşanan gelişmeler ve Erzurum’u da içine alan bölgenin büyük devletler nezdinde kazandığı önem, şehrin sosyal ve iktisadi olarak kendini toparlamasına yardımcı oldu.

Bu ilk Rus işgalinden sonra, özellikle Kırım Savaşı ve sonrasında, yeni bir Rus işgaline engel olabilmek için, şehrin çevresinde modern savunma hatları (bitişik istihkamlar ve bağımsız tabyalar) inşa edildi. Fakat ne bu tabyalar ne de Kasım 1877’de Aziziye’de yazılan kahramanlık destanı, Rusların 93 Harbi’nde Erzurum’u ele geçirmelerine engel olabildi. Şehri savaş yoluyla işgal edemeyen Ruslar, 3 Mart 1878'de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile şehre girdiler. Ancak 13 Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması sonucu şehri boşaltmak zorunda kaldılar. Bu antlaşmayla Kars ve Ardahan Ruslara bırakıldığı için, Erzurum, Osmanlı-Rus sınırının hemen iç kısmında yer alan bir sınır kalesi durumuna düştü. İşte bu nedenle 93 Harbi’nden sonra şehrin epeyce dışında yer alan, düşmanın muhtemel saldırılarda kullanabileceği geçitlere yeni savunma hatları ve tabyalar yapılmıştır.

Görüldüğü üzere Erzurum, Osmanlı Devleti’nin İran ve Rus sınırına yakın en önemli stratejik mevki olması nedeniyle, her dönemde önemli bir “kale” olmuş; kalenin yeni teknolojiler karşısında yetersiz kalması üzerine tabyalarla tahkim edilmiştir. Tespitlerimize göre Erzurum’daki ilk tabyalar, 16. yüzyıldaki İran tehdidi nedeniyle yapılmıştır. Bu tabyalar hakkında detaylı bilgiye sahip değiliz. Bununla birlikte 18-19. yüzyıllarda var olan 50 civarında tabyanın ismini ve yerini tespit etmiş bulunuyoruz. Bunların ancak yarısı günümüze ulaşabilmiştir.

 

I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’de Erzurum

Yukarıda bahsedilen tabyaların yapımı ve silahlandırılması I. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiş ve Erzurum, bu büyük savaşa mümkün mertebe hazırlanmıştı. Bununla birlikte, savaşın hemen başında yaşanan Sarıkamış mağlubiyetinden sonra, Ruslar için Erzurum yolu açılmış oldu. Şehir, 16 Şubat 1916'da üçüncü kez Rusların eline geçti. Erzurum’un Ruslar tarafından işgali, savaşın gidişatını etkileyen çok önemli bir hadiseydi. Zira I. Dünya Savaşı başladığından beri, Gelibolu ve Irak’ta Türkler karşısında büyük hayal kırıklıkları yaşayan İtilaf Devletleri, Erzurum’u ele geçirmek suretiyle rahat bir nefes almışlardı. Erzurum’un bu beklenmedik teslimi, Hilal ile Haç arasındaki bu savaşta, İtilaf Devletlerinin ilk büyük zaferiydi.

1917’deki Bolşevik İhtilali üzerine Rus orduları, işgal etmiş oldukları doğu vilayetlerini boşaltmak zorunda kaldı. Ruslar çekildikten sonra, şehirde kalan Ermenilerin Müslümanlara yönelik katliamları imha derecesine ulaştı. Nihayet Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa kumandasındaki Türk askeri 12 Mart 1918'de Erzurum'a gelerek, şehri Ermenilerden kurtardı.

I. Dünya Savaşı’nı Osmanlı açısından bitiren 30 Ekim 1918’deki Mondros Mütarekesi ile Erzurum'da Ermeni meselesi yeniden gündeme geldi. Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti kurulması tehlikesi karşısında, şehrin ileri gelenleri tarafından "İstihlâs-ı Vatan" ismiyle gizli bir cemiyet kuruldu. Kasım 1918'de İstanbul'da "Vilayat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" tesis edildi. Bu cemiyetin Erzurum şubesi 13 Mart 1919’da açıldı. İstihlâs-ı Vatan Cemiyeti kapatılarak, üyeleri bu yeni cemiyete dahil edildi. 15. Kolordu Komutanlığına atanan Kâzım Karabekir Paşa’nın 3 Mayıs 1919'da şehre gelmesi, cemiyetin çalışmalarını hızlandırdı. Cemiyet, bölgesel bir kongre toplama kararı alarak,  şark vilayetlerini umumî kongreye davet etti. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa, 3. Ordu Müfettişi olarak Erzurum'a geldi (3 Temmuz 1919). Bölgedeki vatanseverleri bir araya getiren Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919'da açıldı ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa seçildi. Adeta bir millet meclisi gibi hareket eden kongre, aldığı kararları uygulaması için “Temsil Heyeti” oluşturdu ve bu icracı heyetin başına yine Mustafa Kemal Paşa getirildi.

Erzurum’da kurulan Temsil Heyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’deki açılışına kadar, Milli Mücadele hareketini idare etmiş ve ardından görevini TBMM’ye ve onun hükümetine bırakmıştır. Böylece Erzurum, vatanın düşman işgal ve tehdidinden kurtuluşu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki şerefli vazifesini layıkıyla yerine getirmiştir.



Kaynak: Erzurum Teknik Üniversitesi  Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU